Evlilik iki kişinin aldığı karar üzerine kurulan birlikteliktir. Bireyler ideallerini, hayallerini gerçekleştirme yolundayken bunları paylaşacağı kişinin yanında olmasını, zor zamanlarda desteklendiği bir ilişkide olmayı; elini tuttuğunda mutlu olduğu, sevdiği, sevildiği ve güvendiği kişiyi ister, bu kişiyi seçer ve yanında olmayı talep eder. Fakat günümüzde evlilik bir ticari kurum gibi, evli olma hali ise kesinlikle olması gereken bir statü gibi algılanıyor ve algılatılıyor. Bu idealize edilen, dayatılan, “evlenilmeli” kavramı ise kişide başarısızlık, yetersizlik, değersizlik, sevilmiyorum yaraları kabuk bağlamaz hale gelir ve bu olumsuz inançlar üzerine devam eden evliliklerde de çiftler birbirlerine sağlıklı yaklaşamazlar.
Günümüzde üzücü bir şekilde evlilikler, başta ebeveynler olmak üzere ve sonra da toplum tarafından dayatılan bir noktadan; her olumsuzu düzelten bir yolmuş inancını kapsayan bir sistem haline dönüşmüş durumda. Zavallı evlilik sen nelere kadirsin öyle, her şeyi düzeltebilecek bir güce sahipsin! vay be.. Bakmayın böyle iğneleyici konuştuğuma, bu gibi dayatmalar hem evlilik sistemine hem de evliliğin içindeki bireylere ağır yük yüklemek olmuyor mu? Her şeyi evlilik sisteminden beklemek büyük haksızlık. Her zaman söylediğim gibi değişim ve dönüşüm bireyin kendi niyeti ve çabasıyla olur.
Bu dayatmalar genellikle kız çocuklarına şu şekilde yapılmaktadır, “evlen de evinin kadını ol” cümlesi ile başlar, “evlendiğinde adamı elinde tutmalısın” ile devam eder ve boşanma gerçekleşirse de “adamı elinde bir türlü tutamadın” ile biter. Klinik gözlemlerime göre ise, bazı ebeveynlerin bize inat evlenir zihniyetiyle kendi çocuklarına “sen zaten evlensen de adamı elinde tutamazsın” cümlelerini duyuyorum. Üzgünüm ki, birçok kişi bunun işe yarayacağına inanıyor, bu asla işe yaramaz. Aksine bu cümle bireye yetersiz ve başarısız hissettirir ve bazılarını ise de evlilik yapmalıyım düşüncesiyle de doğru insanı seçmeye bakmaksızın; yeter ki biriyle evleneyim diye mutsuz evlilikler kurabilirler. Böyle durumlarda genellikle güvensiz bağlanma tipinde partner seçme olasılığı yüksek oluyor. Kaygılı- kaçıngan bağlanma tipinde bir eş seçilirse başka deyişle zor olanı “elimde tutmuş” olur ve ailesine karşı da kendisini ispatlamış ve başarı olma yanılsamasıyla kişi kendini mutsuz bir ilişkinin içine itebilir.
Bir başka dayatma örneği ise,” evlenme yaşın geldi de geçiyor, evde kalacaksın bu gidişle” cümlesini duyan kişilerde oldukça fazla. Bu dayatma bireyde, “bu ailede fazlalık mıyım, istenmiyor muyum” düşüncesine neden olur değersiz ve önemsiz hissederler. Bu durumda da bireyler yeni tanıştığı kişiyi tanımadan evlenmeye ya da tanıdığı kadarıyla da kendisine uyumsuz olan tarafları da görmezden gelerek hemen evlenme gayreti içinde oluyorlar. Daha önceden görmezden gelinen taraflar ise, evliliklerde çatışmalara döner. Bu durumda genellikle, evlenince düzelir inancına dayanır. Ne de olsa evlilik bu sorunu da çözerdi, değil mi? Sanki herkesin elinde bir sihirli değnek varda evlenince problemler kendiliğinden çözülüverecek… Evlilik sorunları çözer yerine, partnerler evlenmeden önce de birbirlerinin problem çözme becerilerine bakmaları sağlıklı ilişkiyi getirir. Bu durumda bir tehlike daha söz konusu: gizli anlaşma/ kabul. Bu gizli anlaşma, başta görmezden gelinen durum ya da partnerin olumsuz davranışı gizlice kabul edilmiş olur. Partner ise eşime ait olan bu yanlış tutumu evlenince “ne olsa değiştiririm” algısındayken, davranışı kabul edilen partner için ise, davranışım daha önceden sorun olmuyordu düşüncesinden çıkamaz. Bir tane daha değişim daha evlilik sonrasına daha kalmış oldu.
Evlilik üzerine doğru sandığımız mitler: Toplumca söylenen “evlenirse adam olur, düzelir, yolunu yordamını bilir”. Bir kişiyi düzeltecek şey evlilik sistemi değil, kişinin kendi içinden gelen değişim isteğinde yatar. Bir ikincisi; “yuvayı dişi kuş yapar” miti de oldukça yanlış bir inançtır ve kesinlikle kadına ait ve tek başınalığa vurgu yapar. Halbuki ne demiştik? Evlilik iki kişinin kararıyla başlar ve iki kişinin sorumluluğuyla da devam eder. Ve bu sözü, “yuvayı iki kuş birlikte yapar” şeklinde dönüştürmek istiyorum. Eşler birbirlerine karşı ne kadar dönüklerse ve birbirlerini ne kadar iyi desteklerse evlilik mutlu devam eder. Evlilik dayanışma, işbirliği, ve sevgi üzerine kurulan bir müessesedir. Diğer üçüncü mit ise, “bebek yaparsanız, evliliğiniz kurtulur” bir evliliğin dinamiklerini, yürütücü işlevlerini iki olgun birey varken, daha yürümeyi bilmeyen bir çocuğun üstüne bırakılamaz. Bu görev çocuğa bırakıldığı zaman çocuk her zaman kendini suçlayacaktır çünkü bu görevi hiçbir zaman altından kalkamaz, kendi yeterlilikleri henüz oluşmamış bir köprü vazifesi beklentisi acımasızlıktır.
Eğer bu mitler üzerine bir evlilik sistemi kurulduysa, evlilik bireyi mutsuz eder, sağlıklı işleyen ruh sağlığını bozabilir. Eğer bu inançlar üzerine değil, birey kendini tanımayı evliliğe bırakmamışsa, diğerleri tarafından dayatılan mitlerle değil de, evlenmeden önce kendi gerçekliğini bulmuşsa evlilik; mutlu bir birey yapar, bireyin ruh sağlığı korunmaya devam eder. Aynı zamanda mutlu evliliğin sırrı, bireylerin iyi iletişim özelliklerini, ve farklı çözüm yollarını bilmekten, empati becerisinin yüksek olmasından, ama en önemlisi de kendisini tanımaktan geçer. Dayatmalar üzerine değil, bahsettiğim olumlu temeller üzerine yapılan evliliklerde bireyler aidiyet duygusunu geliştirirler ve değerli olma duygusu ise baki kalır.
En büyük tavsiyem ebeveynlere gelsin; çocuklarınıza evlenmeleri için baskı kurmayınız ve bireysel/varoluşsal problemleri evliliğe ertelemeyiniz çünkü evliliğin elinde bir sihirli değnek yoktur, evlenince problemler düzelmez. Evlilik, eğitim hayatı gibi olmazsa olmaz gibi gerçeklik değildir, mutluluğun paylaşıldığı ve çoğaldığı bir kurumdur.
Ayla Ercenk
Uzm. Klinik Psikolog